1 Haziran 2014 Pazar

”Bir” Deli Nezareti

”Bir” Deli Nezareti


Delirmek bazen gerçekliğe verilebilecek en uygun tepkidir.
PHILIP K. DICK
”Üç”
”İki”
”Sıfır”
”Boooom.”
Fevzi yumruk yaptığı elinin pimini bir kez daha çekiyor ve yaklaşık yirmi seferdir duyduğumuz patlama sesini bu sefer Aliye’nin de katılımıyla daha şiddetli işitiyoruz. Ellerini yüzüne kapatmış, ağlamakla meşgul olan Enver’in yanına gitmek istiyorum ancak patlayan bombalar dikkatimi dağıttığından bu isteğimi gerçekleştiremiyorum. ”Neyse” diyorum içimden, yemek gelsin karnım doysun sonra bakarız Enver’in de çaresine. Yemek gelene kadar bankta oturmuş, her zamanki gibi kocasını düşleyen Çile’nin yanında vakit geçirmek yerinde bir tercih olur diye düşünüp onun yanına ilerliyorum. Ben konuşmadan onun konuşmayacağını bildiğimden her zamanki gibi konuyu ben açıyorum.
”Fevzi’nin bombaları gerçek gibi.”
”Evet, aynı Birinci Dünya Savaşında olduğu gibi.” diyor sanki Birinci Dünya Savaşı zamanında yaşamış gibi, kafasını çevirip sol yanımdan bana bakarak. Sonra gözleri parıldıyor ve konuşmasına devam ediyor.
”Kocamda böyle bombalar atarmış askerken o yüzden benimle evlendi. Evde de bombası ben olayım diye.” bu cümleyi kurduktan sonra tiz bir kahkaha patlattı. Ben şaşkın şaşkın ona bakarken o da gözlerime bakıp, aniden göğüslerini avuçladı.
”Ama haksız mıymış? Baksana taş gibi taş. Öyle dimii?”
İşte Çile’nin bir tek bu huyunu sevmiyordum. Her seferinde nasıl oluyor bilmiyorum ama konu dönüp dolaşıp kocasıyla göğüslerine geliyordu. Bazen kocasını, dükkanlarına giren silahlı hırsızın değilde Çile’nin göğüslerinin öldürdüğünü düşünüyorum.
”Haklıymış.” diyorum çaresizlik içinde kızarmış yanaklarla.
”O şimdi burada olsaydı tozu dumana katardı. Pamplona’daki boğa, pistteki Ferrari gibiydi. Delikanlıydı delikanlı! Gücü kuvveti mahallede dillere destandı. Az mı uğraştım ben o kıskanç Binnaz karısıyla. Aklı sıra benim yiğidimi ayartacaktı. Her gün en az iki kere giderdi dükkana şıllık. Ama benim aslanım bakar mı ona? Bana aşıktı. Tapardı bana tapar!”  Çile’nin sesinin arkasından gelen Fevzi’nin bombaları artık kulağıma saatin tik takları kadar cılız geliyordu. Çünkü beynimin tümünü Çile’nin sesi kaplamıştı. Sinirlendiğinde hızlı konuştuğu için cümlelerini bazen kaçırıyor, sonra anladığım yerden tekrar dinlemeye devam ediyordum.
”… oda yetmezmiş gibi birde yiğidimin annesi olacak o kadınla uğraşırdım. Kaynanaymış! Kaynana değil şeytan o şeytan vallahi de şeytan! Bana etmediğini bırakmadı. Yediğim içtiğim her şeyi burnumdan getirdi. Ama öteki tarafta verecek hesabını, iki elim yakasında. Sadece onunda değil mutluluğumuzu kıskanan herkesin yakasında olacak ellerim!”
Nihayet demir kilit gıcırtıları duyuluyor, diğer bir anlamı yemek zamanı olan gıcırtılar. Çile’nin ağzı dolu olduğundan konuşmayacağı için mi yoksa karnım doyacağı için mi bilmiyorum içimde tarifsiz bir mutluluk beliriyor.
Yine gıcırtılar eşliğinde açılan kapıdan görevli Ziya giriyor içeri her zamanki gibi sinirli. Ama bu sefer siniri, davranışlarından değil yüzünden okunuyor. Nedenini iki saniye sonra anlıyoruz ki tek başına gelmemiş. Arkasından görünen müdür teftiş eder gibi her yere bakıyor. Teker teker gözlerimize baktıktan sonra bakışlarını Fevzi’ye çeviriyor. Daha sonra bende fark ediyorum ki herkes sus pus olmuş yemeğini beklerken Fevzi bitmek bilmez enerjisiyle hala üçten geriye sayarak bomba patlatıyordu hemde müdürün gözlerinin içine baka baka.
Müdür hoşnutsuz ve tiksinç şekilde bakıyordu. Bunu fark eden görevli Ziya olaya müdahale etti ve yemeği önüne doğru ittirerek Fevzi’yi yerine oturtmaya çalıştı. Durmamakta ısrarlı Fevzi, sonunda kendisini durdurmaya çalışan Ziya’nın karnına sıkı bir yumruk vurarak gülmeye başladı. Bir anda buz kesen oda da Fevzi’nin gülme sesinden başka ses duyulmuyordu. Öfkesi yüzünden okunan Ziya, Fevzi’yi öylece bırakıp, hiç bir şey yapmadan bizim yemeklerimizi dağıtmaya başladı sonra. Çok şaşırmıştım. Normalde olsa yemek vakti kuş dahi uçurtmazdı. Hele Fevzi’nin bu hareketinden sonra kesin yemeği başından aşağı bocalardı ve üç gün boyunca hepimize yemek cezası verirdi. Ama bu sefer farklıydı müdürün bakışlarının altında hepimizin yemeklerini dağıttı.
Dışarı çıktıklarında, Enver hariç -o ağlamayı bırakıp kafasını kaldırmadan yemeğe başlamıştı- hep beraber yemeğe başlamak yerine Fevzi’nin yanına gidip onu alkışladık. Bu cesaretinden dolayı herkes Fevzi’ye hayran kalmıştı. Yaklaşık beş dakika içinde idolümüz olmuştu, o artık bambaşkaydı gözlerde. Heyecanımızı zar zor atlattıktan sonra hepimiz yemeklerimize geri döndük.
Yarım saat sonra tekrar demir kilit gıcırtılar eşliğinde açıldı. Gelen yine görevli Ziya’ydı. Hiç kimseye bakmadan gözlerini Fevzi’ye dikmiş ona doğru yürüyordu. Yanına ulaştığında kolundan tutup onu dışarıya çıkarmaya yeltendi. Dışarı çıkmamaya direnen Fevzi’ye nazaran daha güçlü olan Ziya hızlı bir hamleyle Fevzi’yi yere düşürdü. Bu sefer sürükleye sürükleye, yerde çırpınan Fevzi’yi dışarı çıkardı. Ben dahil kimse sesini çıkaramamıştı. Korkumuzdan , olanlar karşısında bakmakla yetinmiştik.
Dakikalar, saatler geçiyordu ve ne Fevzi’den bir haber vardı ne de görevli Ziya’dan. İki buçuk saatten sonra kapı üçüncü kez açıldı. Korkudan ve meraktan neredeyse ölmek üzereydim ki içeri Ziya girdi. Bir müdür edasıyla hepimizin gözlerine kibirle baktı ve çıkardığı gibi kolundan tutup içeri fırlattı Fevzi’yi. Enver bile bu olaya kayıtsız kalamamış, ilk defa ağlamayı kesip kafasını kaldırmıştı.
Sersemlemiş, yıpranmış, mahvolmuştu Fevzi. İki ellerini birbirine kavuşturmuş, beli kambur vaziyette yere bakıyordu. Yine büyük bir sessizlik hakimdi etrafta. Fevzi’nin yüzünü gördüğümüzdeyse içine düştüğümüz dehşet adeta bir çığlık niteliğindeydi. Ama kimsenin duymadığı, sessiz ve korkak bir çığlık. Kollarında onlarca kırmızı çizik vardı. İki gözü de mordu. Dudağından ve saçlarının arasından akan kanlar yüzünde kurumuştu.
İşte o günden sonra ne bir bomba patlattı ne de konuştu Fevzi. Sadece önüne konan yemeği yedi. Birde Ziya’yı gördüğünde olduğu yerde titreme nöbetleri geçirdi.
Yıllar geçti bu anı düştü aklıma ve ben bir şey fark ettim. Fevzi’yi tanıdım tanıyalı hiç ”bir” derken görmemiştim. Geriye doğru sayarken bile ”bir” numarayı hep atlıyordu. Nedenini yine bir gün Çile’yle konuşurken öğrendim.
Fevzi arka arkaya hem annesini hem de babasını kaybettiği için aramızdaymış. Babası alacaklı davasıyla yediği bir kurşunla hayata veda etmiş. Annesi ise -kocasına duyduğu üzüntüden olsa gerek- bir hafta sonra kanser olduğunu öğrenmiş. Ve tek bir hücrenin bozulması demek, kanser olmak anlamına geldiğinden Fevzi aradan geçen altı ay sonrada gözleri önünde annesini kaybetmiş. Başından geçen bu olaylar yüzünden de ”bir”e küsmüş.
Şimdi ise düşünemeden attığı bir yumruk tekrar hayata küsmesine sebep olmuştu.
”Bir” acımasız yüzünden,
”Bir” başına yaşlanmıştı Fevzi…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder